Bitlis Eren Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Şair-Yazar Prof. Dr. Nurullah Ulutaş’ın “Salgın ve Edebiyat” adlı kitabı Nobel Yayıncılık’tan çıktı
Tüm dünyayı sarsan, yüzbinlerce ölüme sebebiyet veren ve halen de kalıntıları devam eden Koronavirüs hastalığı (COVID-19), gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.
Bitlis Eren Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı görevini yürüten ve Sosyal Medya Hesabı üzerinden okurlarına seslenen Prof.Dr. Nurullah ULUTAŞ ” SALGIN ve EDEBİYAT adlı kitabının Nobel Yayıncılık’tan çıktığını belirterek, tüm dostlara ve okurlara duyuruda bulundu. .
Şair-Yazar Prof. Dr. Nurullah Ulutaş’ın Koronavirüs (COVID-19) üzerine yazdığı “Salgın ve Edebiyat” adlı kitabı Nobel Yayıncılık’tan çıktı.
Söz konusu kitapta, 21. yüzyılda kapımızı hiç beklemediğimiz bir anda ve biçimde çalan COVID-19, bütün derinliğiyle yaşam konusunda bizi bir daha düşünmeye yöneltti. Milyonlarca insanın ölümü, sokağa çıkma yasakları, sevdiklerimizle aramıza giren mesafe, seyahat etme özgürlüğümüzün kısıtlanması; kendi yaşamını bir noktasından tekrar yakalayabilmek, devam ettirebilmek ve zamana değer katabilmek adına insanı, farklı motivasyonların arayışına itti. Belki de edebiyat bu zamanda varlığımız üzerine girdiğimiz çetrefilli mücadeleyi anlamak ve üstesinden gelmek için çoğumuzun tutunduğu ilk dallardan biri oldu. Bu çalışmanın yolculuğu böylesi bir dürtü ile başladı. Tarihi, insanlık tarihinin kadimliğine erişen salgın hastalıklar; aşka, ölüme, savaşa, bilime, dine, doğaya ve kente, öteki’ne olan bakışımızı nasıl etkiledi? Bu etkiyi edebiyat nasıl dile getirdi? Bu hastalıklar şekillendirmeseydi, bu edebi eserlerdeki duygular bizi yine bu kadar etkiler miydi?
Nurullah Ulutaş, Salgın ve Edebiyat adlı kitabında; veba, kolera, verem, frengi, sıtma gibi hastalıklar çerçevesinde bu sorulara Decameron’dan Kolera Günlerinde Aşk’a, Büyülü Dağ’dan Ölüler’e kadar birçok romanın kapısını aralayarak cevap bulmaya çalışıyor. Yazar ayrıca sonu körlük ve insan dışı bir varlığa bürünme ile sonuçlanan distopik salgınların da peşine düşerek yalnızca geçmişin değil gelecek ve belirsiz olan zamanın yaşamı üzerine de çözümlemeler yapıyor.
“(…) Romanda ölüm yalnızca yaşamın bir karşıtı olması yönüyle değil, aynı zamanda yaşamın bir parçası olarak da ele alınır. Yazar, verem hastalığının kaçınılmaz sonucu olarak ölümü saygı duyulması gereken bir kavram olarak okura sunar. Bir insan ki yaşamına saygı duyuyorsa ölümüne de saygı duymalıdır.” (s.281)